MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili İsmail Özdemir, TBMM Genel Kurulunda devam eden bütçe görüşmelerinde Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Başkanlığı ve Türk Akreditasyon Kurumu üzerine MHP Grubu adına konuşma yaptı. Özdemir konuşmasında Türk dış politikasının Türkiye’nin bekası ve 21. Yüzyıl hedefleri açısından en öncelikli alan olduğuna vurgu yaptı.
İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma ve Ortadoğu’daki saldırgan tutumuna değinen Özdemir, “Dikkat buyrulursa İsrail Şam’a 20 kilometreye kadar yaklaşmıştır. Bu durum, yakın bir süre içerisinde İsrail ile fiziki temas hattına gireceğimiz anlamına da gelmektedir. Bu şartlar altında angajman kurallarımızı acilen belirlemeliyiz.” İfadelerini kullandı.
Özdemir’in açıklaması şu şekilde;
“Gazi Meclisimizi ve ekranları başında çalışmalarımızı takip eden aziz milletimizi saygılarımla selamlıyorum. Belirsizliklerin arttığı, zulüm ve çatışmaların yaygınlaştığı, barış, istikrar ve huzurun giderek kaybolmaya başladığı, düzensizliklerin vasat bulduğu, adaletsizliğin kol gezdiği bir zaman diliminde olduğumuz malumdur. 1. Dünya Savaşı’nın henüz kapanmayan hesaplarının yeniden görüldüğü, 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği dengelerin kaybolduğu bir dönemde kurumsal yapısı sağlam ve geleneği olan devletlerin öne çıktığı bir sürecin içerisindeyiz. Bir yandan yerelleşmeye dayalı paradigmalar uluslararası alanda hâkim yaklaşım olarak görülse de, diğer yandan otoritesi kaybolan devletlerin ve sömürgecilikten henüz kurtulabilmiş rejimlerin mevcudiyeti rekabet sahalarının yayılmasına sebep olmaktadır. Bu gelişmelerin tamamı beraber ele alındığında dış politika perspektifimizde milli güvenliğimizin kapsamına giren unsur ve konularla beraber, hedeflerimizi ilgilendiren meselelerle de yüzleşmek durumunda olduğumuz gerçeği ile karşı karşıyayız. İşte bu sebeplerle dış politikamız, bekamız ve 21. Yüzyıl hedeflerimiz için en öncelikli alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylesi bir dönemde Türk dış politikası, devlet geleneğimizde Türk Silahlı Kuvvetleri’nden sonra en köklü yapıya sahip olan hariciye teşkilatı ve çok saygıdeğer mensuplarının varlığı ile hem bugünlere hem de yarınlara değerli hizmetler sunarak fark yaratmıştır.
Diplomatik saygınlığımız yalnızca misyonlarımızın sayısı ve görev yaptığı sahalar ile değil, kriz alanlarının hemen hepsinde varlık gösterip, barış ve istikrara katkı sağlayacak bir olgunlukla kendisini göstermektedir. Ukrayna ve Rusya arasında süregelen savaşta çatışmaların derinleşmemesi, bölgesel seviyeye yayılmaması ve taraflar arasındaki kanalların açık kalması, Ortadoğu bölgesinde devam eden gerginlik ve savaşlarda insani ölçümüzün esas kabul edilerek üçüncü taraflarca da benimsenmesi, Afrika kıtasında karşılıklı çıkarların gözetilmesi ile yeni bir tarih yazılmaya başlanması, Asya’da yükselen yeni değerlerle yenilikçi ve vizyoner adımların atılması gibi genel hususlar; Türk Dış Politikasının prestijini arttırmakla kalmamış, etki alanını da genişletmiştir. Devlet geleneğimizde mevcudiyetini sürdüren “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar” olan ilkemizden kaynaklı saha etkinliğimiz, yüksek bir potansiyele ulaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, hem kendisi hem de yakın ortak ve gerçek müttefikleriyle yeni yüzyılın kuvvet ve kader merkezlerinden birisi olduğunu yaşanan her örnekle beraber tescillemiştir. Milli menfaatlerimizin maksimize edilerek, tehditlerin minimalize kılındığı anlayışımızla yeni yüzyılda insanlığa daha adil bir düzeni inşa etme sorumluluğunu yerine getirebilecek bir güce erişmiş olmamız memnuniyet vericidir.
Türk dış politikasının konu başlıkları şüphe yok ki çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Hele ki sorunların hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği bir dönemde, tabir yerindeyse fırtınalı denizde gemiyi limana selametle ulaştırabilmek ustalık gerektirmektedir. Bu kapsamda hariciyemizin kurumsal gelenekleri ve birikiminin yanında yeni meseleler karşısında sürekli gelişime açık bir zihin yapısına ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Var olan hedeflerimizin yanı sıra, yüzleşmek ve çözmek durumunda bulunduğumuz meydan okumalarını beraber değerlendirdiğimizde, Dışişleri Bakanlığımızın yapısal anlamda gelişime her zaman açık ve dinamik bir anlayışla idare edilmesi gerektiği ortadadır. Bahsettiğimiz bu husus, sadece birbirinden değerli diplomatlarımızın güncel koşullara göre yetiştirilmesi ile kısıtlı kalmamakta, aynı zamanda kurumsal yapının da verimlilik açısından dikkate alınması gerçeğini kapsamaktadır. Bölgeler bazında genel müdürlük seviyesinde çalışılan alanların, önümüzdeki yakın dönemde belki de yeni bir yaklaşımla değerlendirilebilecek teşkilat yapısına kavuşturulması elzem hale gelebilecektir.
Küresel ve süper güç olma hedefimizin lokomotif kurumlarının başında gelen Dışişleri Bakanlığımızın kapsam ve sorumluluk itibarıyla daha sağlıklı ve diplomatik ihtiyaçlarımızı karşılayabilen yüksek bir seviyeye taşınması, hiç kuşku yoktur ki küresel etkinliğimizi arttıracaktır. Diğer yandan 21. Yüzyılın yükselen değeri ve merkezlerinden bir tanesi olan Türk Dünyası için, bu coğrafyadaki sorumluluk bölgesi kapsamında çalışacak Türk Dünyası Bakanlığı’nın kurulması da hedef ve çalışmalarımızı daha verimli hale getirebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti yalnızca Anadolu coğrafyasına; Karadeniz, Akdeniz ve Ege’de hâkim ve egemen olacak kadar küçük bir vizyona, tarihsel ve insani bir sorumluluğa sahip ülke değildir. Bizim için mevcut şartlar Osmanlı sonrası yaşanan kayıplarımızla, sadece elde kalanı korumaktan çok daha öte bir seviyeye ulaşmıştır. Artık nüfusumuz neredeyse 100 milyona ulaşmış, güç potansiyeli ve çarpanları artmış, varlık gösteremeyeceği hiçbir alan ve coğrafya kalmamış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin münasebetleri yalnızca komşuları, AB yâda NATO’dan ibaret değildir.
Başı sıkışan her mazlum gözünü bize çevirmektedir, herhangi bir konuda adım atacak her ülke Ankara’nın tutumunu dikkate almak durumundadır. Dahası karar ve iradelerimiz tavsiye niteliğinden çok daha ileri bir aşamaya erişmiş, kaderini bizimle beraber gören millet ve devletler ortaya çıkmıştır. Mazisi bizimle beraber olan ancak son yüz yıldır yaşam alanı kalemle çizilen coğrafyalar, gelinen aşamada bedeli ödenmiş ve kanla yazılan tarihe dar geldiğini göstermektedir. Dolayısıyla Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefimiz için büyük bir ivme ile hareket ederken, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirdiği kurumsal gelişime açık adımları da vakti gelmişken atmak durumundayız. Yaklaşan büyük buhranı göğüslemek bir yana, bu buhran sonrası için hazır olmak ve her coğrafyaya hâkim duruma gelmek için dışişleri bakanlığımızın kurumsal yapısını sürekli gelişime hazır hale getirebilmeliyiz.
27 Kasım’da Suriye’nin Halep kentinin batısında başlayan çatışmalar, 11 günlük sürenin ardından Şam’ın el değiştirmesi ve Esad rejiminin düşmesi ile sonlanmıştır. İlave olarak Tel Rifat ve Menbiç’teki PKK/PYD terör örgütü varlığı da Suriye Milli Ordusu ve Müşterek Kuvvetler tarafından sonlandırılmıştır. Mevcut durumda ise Tel Abyad bölgesine doğru Suriye Milli Ordusu’nun ilerleyişi sürmektedir. Ayrıca Deyr Ez Zor bölgesi etrafında da yine PKK/PYD terör örgütüne karşı bazı aşiretlerle, diğer unsurların mücadelesi devam etmektedir. Gelinen aşamada muhalifler rejimin kendisi olmuş, rejim ise Suriye’den kaçmıştır. Temennimiz siyasi sürecin bir an evvel başlaması ve en uzun sınıra sahip olduğumuz Suriye’nin kalıcı huzur ve barışa ermesidir. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde üç temel esasın muhafazası elzemdir. Bunlar: Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, iç savaş öncesi demografik yapının muhafazası ve başta PKK/PYD olmak üzere terör örgütlerinin meşruiyet bulma çabalarının önlenmesidir.
Böylelikle elde edilecek siyasi çözümle vatandaşlarının iradesi ile idare olunacak bir Suriye’nin varlığı ümit edilen huzur iklimi yakalanabilecektir. Başta Türkiye’de bulunan misafirlerimiz olmak üzere, iç savaş sebebiyle ülkelerinden ayrılmak durumunda kalan Suriyelilerin, kendi topraklarına onurlu ve başları dik bir şekilde dönmelerinin yolu açılmıştır. Bilinmelidir ki Suriye coğrafyasında bizim hasmımız PKK ve IŞİD, hısmımız ise Kürt ve Arap kardeşlerimizdir. Diğer yandan İsrail’in Suriye toprakları üzerinde hiçbir gerekçe ve hukuka dayanmadan sürdürdüğü mütecaviz eylemlere karşı da teyakkuzda olunması gerekir. Zira sahadan gelen bilgilere bakılırsa, Gazze’den kaynaklı soykırım suçunu boynuna asmış bulunan İsrail’in, Suriye’deki işgal girişimleri yalnızca Golan Tepeleri ile sınırlı kalmayacak gibi durmaktadır. Dikkat buyrulursa İsrail Şam’a 20 kilometreye kadar yaklaşmıştır. Bu durum, yakın bir süre içerisinde İsrail ile fiziki temas hattına gireceğimiz anlamına da gelmektedir. Bu şartlar altında angajman kurallarımızı acilen belirlemeliyiz.
Cumhuriyet tarihimizin en hassas dönemlerinden geçerken, Ankara merkezli yaklaşımımızı ve Ankara vizyonunu hayata geçirme zorunluluğumuzu bizlere tarih tekrar hatırlatmaktadır. Büyük Türkiye ülkümüz işte böyle hayat bulacak, Türk ve Türkiye Yüzyılı inanç, azim ve kararlılıkla mutlaka hayata geçecektir. Bu vesile ile Dışişleri Bakanlığımızın bütçesine Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu yönde oy vereceğimizi ve desteklediğimizi belirtiyor, Değerli Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın şahsında Dışişleri Bakanlığı’nın saygıdeğer mensuplarına Cenabı Allah’tan üstün muvaffakiyetler diliyor, Gazi meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.”